Afyonkarahisar’ın köklü tarihi burada

Dile kolay, kentin tarihi ta M.Ö. 3000 yılına uzanıyor. Hatti, Hitit, Frig, Lidya, Pers, Selevkos, Bergama Krallığı, Roma, Bizans, Selçuklu, Sâhib Ataoğulları, Germiyanoğulları, Osmanlı ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti… İnanılmaz bir tarihi zenginlik söz konusu. Geçmişi bugünle tanıştırıp yarınlara taşımak, tarihi-kültürel mirası bir arada toplamak, korumak ve sergilemek amacıyla yapımına 2011’de başlanan ama tamamlanması 2023’ü bulan Afyonkarahisar Müzesi, heybetiyle büyülüyor. Burada yok yok! Şimdiden söyleyeyim, asla ayak üstü gezilecek bir yer değil. En az yarım gününüzü ayırın ve bu köklü geçmişi aynı çatı altında adeta yaşayarak tanıyın.

Sucuğu, kaymağı, lokumu, termali, mermeri ile öne çıkan kadim kent Afyonkarahisar, aynı zamanda oldukça zengin tarihi geçmişe de sahip. Öyle ki, kentin tarihi M.Ö. 3000 yılına kadar uzanıyor.

Sırasıyla Hatti, Hitit, Frig, Lidya, Pers, Selevkos, Bergama Krallığı, Roma ve Bizans egemenliğinin hüküm sürdüğü bölge 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türklerin yönetimine geçmiş. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, Afyonkarahisar’a ayrı bir değer vermiş, kenti A’dan Z’ye yeniden inşa ettirip kalesini düzenletmiş. Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kösedağ Muharebesi’nde aldığı yenilgi sonucunda bölge, vezir Sâhib Ata Fahreddin Ali denetimine verilmiş ve 1275’te Afyonkarahisar’ın başkent olduğu Sâhib Ataoğulları Beyliği kurulmuş.

Tez Hazırlama

1341’de Germiyanoğulları Beyliği topraklarına katılan yerleşim, 1390’da Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına dahil edilmiş. 1402’deki Ankara Savaşı’nda Beyazıt’ın Timur’a yenilmesi sonucu yeniden Germiyanoğulları’nın eline geçen kent, II. Yakub Bey’in vasiyeti üzerine 1429’da bir kez daha Osmanlı egemenliğine katılmış. 17’nci Yüzyıl’da Celali, 1833’te Kavalalı Mehmet Ali Paşa istilasıyla zor bir dönem geçiren Afyonkarahisar, en karanlık günlerini ise 1’inci Dünya Savaşı-Kurtuluş Savaşı arasında yaşamış.

1’inci Dünya Savaşı sonrasında bütün Batı Anadolu kentleri gibi Afyonkarahisar da Yunanistan tarafından istila edilmiş. Kent, Büyük Taarruz’un ikinci günü, yani 27 Ağustos 1922’de düşman işgalinden kurtulmuş ama bozguna uğrayan düşman tarafından yakılıp yıkılmış. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yönettiği, Kocatepe Savaşı olarak bilinen ve Türk ordularına zaferi müjdeleyen savaş da Afyonkarahisar sınırlarında gerçekleştirilmiş. Bu nedenle Afyonkarahisar, Kurtuluş Savaşı’mızın da simgesi olmuş kentlerinden biri olmuş.

SEMAZENLERİN TENNURESİNDEN ESİNLENİLMİŞ

Tez Hazırlama

İşte bu zenginlikten hareketle, geçmişi bugünle tanıştırıp yarınlara taşımak, tarihi-kültürel mirası bir arada toplamak, korumak ve sergilemek amacıyla 2011’de kente yeni bir arkeoloji müzesi kazandırılması kararlaştırılmış. Çeşitli nedenlerle yapımı biraz uzamış ama sonunda Afyonkarahisar’a yakışır muhteşem bir yapı ortaya çıkmış.

Gittiğim her yerde ne yapıp edip müzeleri dolaşmak için zaman ayıran biri olarak diyebilirim ki, gördüğüm en görkemli ve işlevsel müzelerden birine imza atılmış. Beni ilk çarpan şey ilginç mimarisi oldu. -Öğrendiğime göre müze binası, Afyonkarahisar’daki Mevlevihane’ye atıfta bulunularak dervişlerin giydiği üst tarafı dar, aşağısı geniş, yakasız ve kolsuz bir elbise olan ‘Tennure’yi sembolize eden biçimde inşa edilmiş.- 25 bin metrekaresi kapalı alan olmak üzere 55 bin metrekarelik alana oturan müze, toplam 5 bloktan oluşuyor.

Her bloğun üzerinde de 16 Türk devletini temsil eden kolon var. Ve bu kolonlar salonlarda geçişleri sağlıyor. Unutmadan söylemeliyim ki, burası öyle birkaç saatte gezilecek bir yer değil. En az yarım gün zaman ayırmayı fazlasıyla hak ediyor. Siz de gidip gördüğünüzde eminim bana hak vereceksiniz. Anlatmaya nereden başlasam inanın bilemedim. Zira, içeriye girmeden bahçedeki açık hava müzesinde sergilenen eserleri incelemek bile insanı alıp bambaşka zamanlara götürüyor.

BUGÜNE KADAR BULUNMUŞ EN BÜYÜK HERKÜL

İç-dış kısmında dünyaca ünlü Ayfonkarahisar mermeri kullanılan ve bana büyüleyici bir hava katmış izlenimi veren binada geniş girişten sonra turnikelerden geçip merdivenlerden alt kata iniyorsunuz. Ve bir anda kendinizi loş, karanlık, gizemli bir çağa adım atmış buluyorsunuz. Zaten buraya bu yüzden olsa gerek ‘Kalkolitik Çağ Salonu’ adını vermişler. Burada bizi bütün görkemiyle Herakles (Herkül) karşılıyor. Roma dönemine ait mermerden bir heykel. Bugüne kadar bulunmuş en büyük Herkül heykeli olduğundan sanırım cüsseli görüntüsüyle oldukça etkileyici. Hemen yanında ise Dinar Devlet Hastanesi’nin temel kazısında tesadüfen bulunmuş, M.S. 2’nci Yüzyıl’ın son çeyreğine ait, ince grenli beyaz docimeium (İscehisar) mermerinden yapılmış Apameia Lahti var. Hasarsız diyebileceğimiz kadar güzel korunmuş, eşsiz bir parça! Tarihte yolculuğa çıkarken, sergilenen eserlerin teknolojinin tüm yeniliklerinden yararlanılarak kronolojik olarak sıralandığını anlıyorsunuz. Kendinizi tarihin içinde dönen bir sarmaldaymışsınız gibi hissettiren bu ilk salonda daha neler neler var ama ne yazık ki hepsini anlatacak yerimiz yok. Dolayısıyla merdivenlerden bir üst kata çıkarken aynı zamanda çağları da atlayarak müzeyi gezmeye devam ediyoruz.

49 BİN 572 ESERDEN 3 BİN 600’Ü SERGİDE

Kalkolitik dönemden sonra Tunç, Hitit, Frig, Lidya, Pers, Helenistik Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Erken Cumhuriyet’e ait 49 bin 572 kayıtlı eserden 3 bin 600’ünü görme imkanı buluyorsunuz. Her şey o kadar incelikle düşünülmüş ki, sergilenen her eserin önünde ne olduğu, hangi döneme ait olduğu, hangi amaçla kullanıldığı gibi bilgiler mevcut. Loş ışığın altında, çeşit çeşit pişmiş toprak, mermer, kemik, cam, metal kap kacak, heykel ve sikkeleri gördükçe sanki yüzyıllar öncesine gidiyor; M.Ö. 3000’li yıllardan günümüze kadar yaşayışı, inancı, üretimi, ticareti hakkında bilgi sahibi olduğunuz o insanlarla iletişim kurmaya çalışıyorsunuz. Canlandırmalar, realistik mankenler ve multimedya ile desteklenen bu büyüleyici ortamda zamanın nasıl da geçtiğinin farkına varamadan bir anda kendinizi en üst katta buluyorsunuz. Burası milli mücadele günlerinin yaşatıldığı çok özel bir kat. 100’üncü yılını kutladığımız cumhuriyetimizin ne zorlu koşullarda kazanıldığını gözler önüne seren bu alanda, Atatürk’ü, İnönü’yü, diğer silah arkadaşlarını, zafere giden yolda Kocatepe’yi bir kez daha hatırlayıp ruhlarını şad ediyoruz. Merdivenlerden aşağıya inerken, katlar arasında aklımıza takılanları bir kez daha ziyaret ederek turumuzu tamamlıyoruz. Sizlere de şimdiden iyi gezmeler olsun. (Unutmadan, hep merdiven diye yazdım ama aslında yaşlılar, hastalar, engeli olanlar, çocuklar. bebekli aileler düşünülerek onların kullanımı için asansör de yapılmış. ‘Onca katı nasıl çıkarım’ diye aman gözünüz korkmasın!)

MÜZEDEN NOTLAR

-Afyonkarahisar Müzesi, pazartesi hariç haftanın 6 günü saat 08.30-12.00 ile 13.00-17.30 saatleri arası ziyarete açık.

-Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yatırımıyla inşa edilen müze Dörtyol Mahallesi, Turgut Özal Bulvarı’nda. Antalya-İzmir güzergahı üzerinde. Termal turizm bölgesinde ve gezmek isteyen insanlar için ulaşılabilirliği çok kolay.

-Müzede interaktif teşhir çalışmaları sayesinde görme engelliler için sesli betimlemeyle ‘engelsiz müze’ oluşturulmuş. Ayrıca okul çağındaki öğrencilere yönelik müze içinde eğitim aktiviteleri de planlanmış.

-Müzede, milli mücadele yıllarına ait eserlerin izleri, canlandırmalar ve interaktif sistemler aracılığıyla vatandaşlarla buluşturulmuş.

-Şanlıurfa’dan sonra Türkiye’nin en büyük ve geniş ikinci müzesi olan Afyonkarahisar Müzesi, aynı zamanda en fazla tarihi eser barındıran ilk 5 müzeden biri.

ANADOLU’DAN KAÇIRILAN ESERLER DE BURADA

-Afyonkarahisar Müzesi’nde kültürel mirasımızın en değerli eserleri arasında yer alan, yurt dışından iadesi sağlanan eserler de var. Bunlardan biri bolluğun-bereketin sembolü ve koruyucusu olduğuna inanılan ana tanrıça Kibele’nin heykeli. Türkiye’den 1960’lı yıllarda kaçak yollarla İsrail’e götürülerek satılan, ardından ABD’den 13 Aralık 2020’de ülkemize getirilen heykel, 24 Aralık 2021’den beri Afyonkarahisar Müzesi’nde oluşturulan özel bölmedeki cam fanusta sergileniyor. Dikkat çeken bir diğer eser ise Dinar Tatarlı’da kaçak kazı yapanlarca 1969’da bulunan mezar odasının boyalı ahşap parçalarının yurt dışına kaçırıldığı Tatarlı Tümülüsü… Almanya’daki Münih Arkeoloji Müzesi’nde olduğunu belirlendikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimleriyle 38 küçük ahşap parça ve 4 kalas olarak Türkiye’ye getirilen Tatarlı Tümülüsü’ndeki renkli resimlerle bezenmiş frizler, bugün tamamen kaybolmuş olan antik çağ ahşap resim sanatının tek örneği olarak gösteriliyor. 2 bin 500 yıllık ahşap mezar odasındaki frizlerde savaş, sefer, av veya huzura kabul konulu resimlerde, soylu kişilerin hayatından kesitler sunuluyor. Kortej, kurban, savaş dansçıları ve cenaze törenlerinden sahneler içeren temalar, Anadolu-Pers mezar sanatının tasvirlerini yansıtıyor.

KENTİN MÜZECİLİK GEÇMİŞİ 1931 YILINA DAYANIYOR

-Cumhuriyet’in ilk yıllarında Afyonkarahisar’da kurulan Asar-ı Atika Muhipleri Cemiyeti’nin çabalarıyla Taş Medrese’de eski eserler toplanmaya başlanmış, 1931’de resmi müze deposu, 1933’te ise müze müdürlüğü haline getirilmiş. 1933’ten 1970’e kadar Taş Medrese’de karma müze (arkeoloji ve etnografya) olarak hizmet veren kurum, 1971’de ikinci hizmet binasına taşınmış. 2023’te ise bugünkü müze binası açılmış.

Tez Hazırlama
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ